Kayıtlar

2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kar yok, çam yok, Noel Baba da olmaz tabi..

Resim
Bu sıra bizim illere pek kar düşmüyor. Ağaç mevcudumuz da az keza, elimizdekilerin de sayısı tam manasıyla bilinmemekle birlikte, 3 ağacımızdan biri kesinlikle çam değil.. Milletçe kırmızıya pek aşığız, orası kesin! Bu sıralar, mahalle manavı, terzisi, bakkalı ve dahi kuruyemişçisinde Yılbaşı telaşı yaşanıyor. Ve bu telaş ısrarla Noel Baba, Kar tanesi ve Çam ağacı triosuyla göze çarpıyor.. Kırmızı mı? Alayımız kıpkırmızıyız zaten, göz alabildiğine kızarmış durumdayız..! Yeni yılı kutluyoruz. Bir ömür süresince bilmem kaçıncı kez, yeniden, yılmadan.. Saat 12 oldu mu zıvanadan çıkıp 12:15 sularında yerimize oturuyoruz.. Ne güzel.. Bizim o iptal olduğumuz 15 dakikada hayat yine akıyor, yine üzerinde yaşadığımız bu garip gezegen dönüyor bir yerlerde, bir şeylerin etrafında.. Israrla yaşlanıyor, yaşlandıkça merkezkaç'tan ödümüz daha mı patlar oluyor bilinmez, daha bir sıkı tutunur hale geliyoruz bu acayip küreye.. Her yılın başını daha bir şevkle, daha bir "helecanla",

\\Çoluk Çocuk//

ne söyledikleri anlaşılır, ne sualleri önemsenir.. bir kenarda ses edip dinlerler içlerini.. dertleriyse küçüktür, kendileri gibi.. bilirler sade konuşmayı; bir ağız, tek sesten diğerlerine bağırmayı. bir şunu bilmezler ki, ne söyledikleri anlaşılır, ne sualleri önemsenir..

"yalan söylüyorsun!"

- onu ben var ya, ağaçların kuşları sevdiği kadar sevdim mithat. öyle ayakta öyle dimdik.. o karşıdan gelirken öyle pırpırlandı ki içim, içimi sökecektim. köklerimi alacaktım da elime, koşacaktım sanki yol boyu unutup ağaçlığımı.. dermansız dertler gibi dönecektim içime sonra, o yüzünü çevirince benden.. onu ben kimsesizlikten çürümüş, dokunsan kırılacak yanlarımın, bir nefese duyduğu hasret kadar sevdim mithat, öyle büyük.. + yalansın ibrahim abi.. - yeminlen..

çek/git

zaman ilaç olmuyormuş bazı mevzularda. "üzerine gitmek" ve "çekip gitmek" arasında ince bir çizgi varmış.. illa ki birini yapmak lazımmış.. fakat bana göre olan çekip gitmekmiş.. yeni öğrenmedim, bi daha gördüm..

terk

Yüzüme acını gömüp bakma Yorgunsun biliyorum, ansızın gitme. Ellerinle ateşe verdiğin ruhumu yüreğinle yakma. En bildiğin sevmek buysa beni sevme. Yolcu et rüyalarını uykuna. Ne olur deme, düşünme, bilme. Zamanı bırak gitsin kendi yoluna. Sana sormadılar aşkı, aşklar sorgusuz. Bırak girsin yeni bir âşık koluna. Bilirim seni, yine her gecen uykusuz. Aşk bu sevdiğim gelir başına korkma. Sana sormadılar aşkı hiç, aşklar sorgusuz. Aslı AKER 08.03.03/00:03

Bildiri-Yorum #2

İnsanlar yaşıyorlar. Bakıyorum da etrafıma, herkes bir yerlere koşuyor, yetişiyor, kaçırıyor bir şeyleri. Duruyorum ben de arada, izliyorum olanı biteni… Gözde ve Oğuz , Biricik kuzenim.. Gülüşünde her mevsimin en güzel yanlarını taşıyan Gözde’cik evlendi geçtiğimiz hafta. Mutluluğunu okudum gözlerinde, nikahını izlemeye gelen pek çokları da gördü benim gördüğümün aynısını.. Bir ömre sığmayacak mutluluklar, sevinçler olsun sizinle.. Uğur , Öyle çok zamandır adam akıllı göremiyorum ki onu! Rıhtımda bira içmekle olmuyor ki yalnız.. Uzun uzun konuşmak istiyor gönül, saatlerce.. Oradan buradan “çılgın” geyikler yapıp dibe vurmak hatta bazen.. Serkan , Gittim gördüm. Özlemişim hem ne çok! Keyfi yerindeydi, aşıktı hem de nasıl! Evlilik sözcüğü dolanmıştı diline, pek de yakışmıştı hani.. Konuştuk biraz, oradan buradan, işten güçten.. Anladı beni, ben de onu anladım sanki.. Anlaştık.. Seviyorum ben onu çok.. “Abim!” Ekin , bir gün ansızın kalk hadi koş sinemaya gidiyoruz diye evden çık

21

Doğumumun yıl dönümü evvelinde bana bir şeyler olur. Yazarım. Daha bir çok, daha bir sık... Zannederim ki, "nasıl yazarsam öyle gidecek bu yıl.." Öyle zannederim!

Nüfuz

aşk nüfuz ederken teninin altına, hiç çıkmamacasına, uyanılmayacak uykulara yatılır mı! çık git, sokaklara bi' bak, gecesine bi' bak yaşadığın şehrin, koş caddelerinde.. nefes al, sömür gökyüzünü.. gül sonra, kahkahalarla!

soru?

bugünü kaçırmış olabilirsin.. soramamış olabilirsin bugün.. ama soruların varsa ve kemiriyorlarsa seni, bu onların baki olacağına işarettir.. sorularla yaşanmaz.. soracaksın onları, yanıtlarının saklandığını düşündüğün kimselere.. bu aslı'ysa aslı, ahmet'se ahmet.. önemsiz kim oldukları.. sorulacak o zaman, her kimse soruların muhatabı.. sıkmayacaksın kendini, tereddüt duymayacaksın, korkmayacaksın kaybederim, üzerim diye.. sen üzülürken, sen kalırken sorular içinde kimse duymaz seni, belki duysa da umursamaz.. seni umursayanları bilmek adına ya da ortaya çıkarmak için seni önemsemeyenleri.. soracaksın.. yaşanmaz yoksa soru işaretleriyle..

bitelge

Yepyeni bir atraksiyonun içindeyim.. Hayatın farklı köşelerinde takılı kalmalarım sebebiyle baş gösteren, biraz da ürkmeme sebebiyet vermiş "yazamama/yazmama" durumunu durdurmak maksadıyla çok sevdiğim ve kalemine hayranlık duyduğum bir dosta, bir sohbet esnasında "gel bir mekanımız olsun seninle, söyleşelim orada, sözcüklerimizi kavuşturalım, tokuşturalım" dedim.. Kırmadı beni.. Nosta ve Aslı'nın yeri efendim.. Ziyaret ediniz, izleyiniz.. http://bitelge.blogspot.com/

piş-di..

+ hayatımda pişman olacak hiçbir şey yapmadım. - geçmiş zaman kullanman iyi oldu be cümlenin sonunda..

BaK!

Benden gördüğünü sandığın şeyi bana yapma.. Önce bir dur, sor, soluklan.. Bir bak bakalım olana bitene, bir de benden dinle.. Sandığın gibi miymiş yaşanan, bir gör evvela.. Sonra yap ne yapacaksan, ister benim gibi, ister.. Kim gelirse eline, yörene o sıra..

Bildiri-Yorum #1

Neler oluyor bir bakalım.. Yurt ve dünya genelindeki gelişmeler yine bizi dürtüklüyor.. Ama ben yörüngemi bilirim! Kim var kim yok etrafımda, onlar neler yapıyor bir göz atalım.. Berna.. Berna uzun zamandır yazıyor.. İyi de yazıyor, iyi'ler üzeri bazen. Sözcükleri alıyor insanı, savuruyor. Onu okumak güzel. Ama artık, onu pek çok insan renkli baskılardan, kağıtlardan okuyor.. Berna artık bir gazetede çalışıyor ve öykülerini seriyor gözlerine insanların; yüreklerini kıvırıyor, büküyor, rahatlatıyor bazen.. Sadece bu da değil yaptığı, becerikli olmayagörsün insan. Reklam senin, halkla kurulması muhtemel ilişki benim, koşturup duruyor. Emeğinin karşılığı bulsun onu, hak ediyor, çoktan.. Seda ve Onur.. Onlar evlendiler! Evet, benim geç işitmemle, kısa süreli yüksek şiddetli bir şoka uğramama yol açsa da bu haber, ayaklarımı yerden kesti ve "Vaay.. Evlilik var Aslı.." dedirtti bana.. Mutlu oldum.. Nikahlarında olamadım şehir dışında olduğum için, lakin kalbim onlarlaydı.. On

Ara

Hayat, "Uyumak" ve "Uyanık kalmak" arasındaki zaman şimdi.. İçi boş.. Dolu ya da, değmiyor ama bana dolu yanı.. Gözüm boşlara alışık..

Sadece Avusturya’nın değil, sanatın da baş şehirlerinden biri… Viyana.

Resim
“Az sonra, siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım.” Tanıdık değil mi? O eski Türk filmlerinden fırlama replik.. Evet, siz birazdan bir yolculuğa çıkacaksınız, ben de gökyüzünden sizi izliyor olacağım. Şaka değil! Sizi tarihin ve sanatın kol kola gezindiği bir şehre götürüyorum; Viyana’ya! Avusturya’nın başkenti Viyana, 9 fedaral eyaletin yüzölçümü bakımından en küçüğü fakat nüfus açısından en kalabalık olanı, yaklaşık 1.650.000 kişi yaşıyor bugün Viyana’da. 1922 yılından beri eyalet olan Viyana, bununla birlikte Avusturya’nın en önemli şehirlerinden biri. Hal böyle iken, Viyana belediye meclisi aynı zamanda eyalet meclisi oluyor, Viyana belediye başkanı da aynı zamanda eyalet başkanı görevini sürdürüyor. Dışarıdan bakıldığında bunun karmaşık bir yapı olduğu söylenebilir, ancak bu durum bile Viyana’nın ne denli yüksek önem arz ettiğinin bir göstergesi elbette. Tarih boyunca pek çok göçe ve ihtişamlı yönetimlere sahip olmuş bu kentin milattan önce 1200 yılında bir Kelt yerle

yar/ım

Bu ara adet edindim bir işe başlayıp bitirememeyi.. Ne konuştuğum sözü bitiriyorum, yarım kalıyor cümleler ağzımda; ne yazdığım yazıyı.. Utanmasam kendimden, ki hâlâ utanıyorum, yürüdüğüm yolu bile yarım bırakacağım.. Belirtmem gerek, kendimden kaçarak bunu dahi yapıyorum bazen.. Havalar soğudu. Kara, kışa dönecek yüzünü artık sabahın altısıyla, akşamın sekizi. Ben de bu saatler arasında titriyor olacağım; kanım çekiliyor, dişlerim birbirini dövüyor olacak. Yaşayacağım. Biraz düşürerek ritmimi ya da aksine ısınmak için artırarak.. Tüm bunları yaparken, yine yarım kalacak bir şeyler; bu yarım olma hâli, bir süre daha devam edecek. Biliyorum.. Bu sabah karanlığa uyandım ve şimdi de bu sabahın gecesinde, karanlığın ortasında oturuyorum. Yine yazmaya başladım ve yine yarımlığından bahsediyorum içimdekilerin, çevremdekilerin, içinde bulunduklarımın. Bu yazı, tamamlanacak, hissediyorum. Ama biliyorum ki yardım etmeyecek tamamlanmasına bir şeylerin. Hayat kaldığı yerden, bir gecenin kör yerle

Reklam Yazarı Olmak ya da Olmamak..

Şimdilerde sık sık, dönüp dönüp okuduğum bir blog sitesi var. Zaten bugün itibariyle de takip ettiklerim arasında, görmüş olduğunuz sayfanın solunda bir yerlerde ikamet etmeye başlayacak adresi. Yazmak'sız yapamayanların, reklam yazarı olmayı hedefleyenlerin ve dahi olmuşların ısrarla kapısını çalması gereken bir site; http://reklamyazmak.blogspot.com Eline kalem bulaşan herkes göz atsın, gözü orada kalsın..

S(y)ormaca..

Nedir yaşadığın? Sana sorulan soruya "Bana bunu ne cüretle sorarsın?" diyecek kadar cesaretin yok. Çünkü zaten sen, hak vermişsin herkese; seni herkes sorgulayabilir türlü sıfatla.. Yaptıklarını açıklamaya tenezzül dahi etmezsin; çünkü saygı duymazsın hiçbir söylediğine, duyduğuna, yaşadığına.. Bir yalanın içinde ancak kendini kandırırsın, diğerlerinin de inandığını varsayarak sana.. Hepsinin sebebi içindeki o güçsüz sen midir yoksa.. Kenarda kalmış zamanlarca, itilmiş biraz da ezilmiş sen.. Kendini yeni öğrenmiş, daha ana yavrusu bir yaban hayvanı edasıyla marifetmiş gibi saldırmak, dişlersin orayı, burayı, beni.. Kanatırsın da.. İstediğini alırsın yani. Ama aldığınla kalırsın ancak. Daha fazlasını bulamazsın istesen de. Çünkü canı yanan bir can'ın verecek hiçbir şeyi kalmaz, tükenmiştir verecekleri, gücü kalmamıştır ya da vermek istese bile fazlasını.. En yaban halinle devam edersin sen yoluna; yine diş geçirerek sağa sola, yine kanatarak birilerinin bir yerlerini.. Ned

Gözler Önüne Seriş-1

Hiç yapmadığım şeyler yapıyorum, yaptırıyorlar.. Bir yazarın yazdığıdır aşağıdaki, benim değil.. Keyifle aktarıyorum.. Bu gidişle aktarırım çokça.. Kaç kere terkettik birbirimizi. Kaç kere terkettik birbirimizi. Kaç kere gidip gidip geldik. Kaç kere kimlerle aldattık kim bilir birbirimizi. Kaç hayat tanıdık, kaç kalpte aradık aslında birbirimizde olanı. Sonra hep yine birbirimize döndük. İçimize akıttığımız, gizli gözyaşlarımızla, susarak özürler diledik birbirimizden. Kaç kere bitirdiğimize inandık ve sonra yine omuzlarımızda ağladık. Kaç kere sevdik birbirimizi, kaç kere ayrıldık birbirimizden. İkimize de hem acılar hem mutluluklar veren bu oyunu defalarca oynadık bıkmadan. Yine öğrenemedik sevmeyi. Ayrıldıkça daha çok bağlandık birbirimize. Başka hayatlar tanıdıkça, değerimizi daha iyi anladık. Bir kelime nüansıyla bitirdiğimize inandık sevgimizi, başka bir kelimenin inceliğinde yine aşık olduk. Ama giderken de gelirken de, ayrılırken de aşık olurken de kalbimize hiç sormadık... 01.

Coming Soon

İnsanın en elinde tutması gereken nedir bir ömür, hiç bırakmadan sıkı sıkı sarılması lazım gelen? Gururu mu, inandıkları mı? Kendini gerçekleyebildiği alanları, işleri mi tutmalı elinde, benliğini mi yoksa sadece? Şimdilerde biraz karışık aklım. Aklım, oyun oynamalarda yine. Kavramları, insanları birbiriyle çarpıştırmada. Bir temizlik geliyor. Yakında sinemalarda…

mahrum

Sensizlik, salt senden uzak olmak, senden yoksun olmak demek değildir. Sen'li zamanların özlemini tüttürmektir bir kağıdın üstünde, yahut bir kalemin titrekliğinde gözyaşı dökmektir. Acıyla karışık sancılar duymaktır, bedenin en ücra köşelerinde, varlığını sorguya çekmektir..

Nip/Tuck IV

Resim
Uzun bir aradan sonra, bir solukta izlenecek olanım geri geldi. Cnbc-e'nin en takdire şayan atraksiyonlarından biri, bu geceden itibaren her Pazar saat 23:05'te ekranlarda. Nip/Tuck izleyicinin gözüne, dizine dursun.. Dursun da gitmesin bi' yerlere..

O kitap Bu kitap Şu kitap!

İşte yeniden başlıyor! Şehirden bi hayli uzak, gitmesi ayrı gezmesi ayrı dert olan bu denli aktif "yegane" fuar alanımız, Tüyap Beylikdüzü'nde Kitap Fuarı başlıyor.. 27 Ekim - 04 Kasım Tarihleri arasında gerçekleşecek fuara, yine her yıl olduğu gibi pek çok yayınevi, yazar ve sanatçılar konuk olacak.. Fuar deneyimi "fazlaca" olan biri olarak, şayet "kitap almak" gibi masum hislerle gidiyorsanız fuara söyleyeceğim şudur Tüyap'ın konu hakkındaki resmi açıklamasını okumadan evvel; fuarın en sakin demleri hafta içi akşam üzeridir. okullardan toplanıp da fuar alanına salıverilen çocuklar olmaz, "aa fuar varmış gel bakalım" diyen, kitaba "sebze-meyve" muamelesi yapan meraklı kalabalık olmaz, mankenlerin "imza günü" olmaz, izdihamın ortasında bulmazsınız kendinizi.. Güzel güzel kitaplarınıza kavuşur, yayınevlerine, yazarlara derdinizi anlatırsınız.. Huzur içinde de dönersiniz sonra yurdunuza.. Tüyap'tan fuar haberi.. “Ki

Toprağına Bir Şeyler Oldu

Hayrolsun… Toprağına bir şeyler oldu. Senin bilmediğin şeyler; duymadığın, görmediğin... Akıl sır erdiremediğin şeyler oldu toprağına. Aynı tepkileri veremez oldu insanların birbiriyle, aynı şeye kızamaz, aynı şeye gülemez oldu. Ne oldu toprağına senin? Suyu mu çekildi, otu mu bitmez oldu üstünde? Altında yatanlar mı ağladı da, etmediler haklarını helal kalanlara? Nefes alanların eli ayağı karıştı da birbirine, gözyaşı kardeş mi oldu kahkahasına? Ne değişti, ne tamlandı, ne eksildi… Göz göze gelince insanların, çarpıştı alevleri birbiriyle. Dirsek dirseğe değdiler mi çekilir oldu kılıçlar. Dizi dizine dokunmaya görsün kimsenin, kan aktı. Ne sabahlara sığar oldu selam, ne geceye kaldı. Allah rahatlık versin’ler rafa kalktı uykudan öncelerde. Komşun aç yatarken tok uyudun uykulara, komşun yerken sopayı ağasından ses edemez oldun. Darda kaldın da kendi kendini dinledin sen de, kimse asmadı kulağını. Ne oldu toprağına senin? Senin bilmediğin, kimsenin akıl sır erdiremediği bir şey oldu be

avrupa'nın dergisi: Avrupa Dergisi!

Resim
Artık Avrupa'nın bir dergisi var! O ne mi? Anlatayım. Uzunca ve derince bir geçmişi, daha doğrusu "hayal edilme süreci" olan bir iş Avrupa Dergisi . Dergicilik ve internet dünyası ile oldukça haşır neşir, yepyeni projeler ortaya koyup nihayetinde başarılı işlere imza atan birinin, Muammer Derebaşı , nam-ı diğer MUDER'in yönetiminde yayın hayatına adımını atan Avrupa Dergisi; genç, dinamik ve dünyanın dört bir yanına dağılan ekibiyle dikkat çekiyor. Dünyanın dört bir yanına dağılan o ekip, Avrupa Dergisi ortak paydasında buluşup heyecan ve emeklerini bu projeyle büyütüyor. Pek çok farklı konuda uzmanların, sanatçıların ve öğrencilerin yer aldığı bu ekibin dergisi, şimdilik Avusturya'da raflarda. Çok yakında ise tüm Avrupa'da satışta olacak. İmkanı olan arkadaşlar, Avrupa'daki Türk'ler, Türkçe yayınlanan bu leziz dergiye bir göz atsın derim, kanımca çok ses getirecek.. http://www.avrupadergisi.com

Bu Kadar Zor Olmamalı

Geçen gün çok sevdiğim bir dostumla Taksim Tünel’e doğru bir kafede, Mihrimah Sultan’da oturuyorduk. Konu aramızdaki ilişkiden, yıllardır her şeye direnen ve kopmayan o sağlam bağımızdan açıldı. Dedim ki kulağına doğru, kalbine biraz da; “Seninle ben, dişi ve erkek kalıplar gibiyiz. Ya da fiş ve priz gibi bir ilişkimiz var. İkimiz apayrıyız, tezadız hatta bazen; ama o kadar birbirimizin içindeyiz ki aslında, bir araya gelmemizle birlikte yepyeni bir ‘şey’ oluşturuyoruz; bir enerji, bir manevi beden, bir ışık, her neyse…” Gülümseyerek baktı gözlerime, “Evet” dedi sadece; başını o en bildiğim biçimde yukarı aşağı sallarken. Kahvelerimizi içip çıktık oradan. Adettendi, evlinin evinde, köylünün de köyünde olması gerekti. Yol aldık biz de uyup bu adete, vardık evlerimize. Sonra düşünmeye başladım ben- sanki hiç yapmadığım bir işmiş gibi. Dedim ki kendi kendime, “Ayrılıklarımıza rağmen bir arada kalabiliyorsak insanlarla, neden bunca sen-ben çatışması, ikilikler, anlaşmazlıklar ve nihayet z

Yeni'ce..

"Şu aralar n'apıyorsun?" sorusuna verdiğim o kadar az yanıt var ki; en başta kendim, sonra ailem ve nihayet arkadaş çevrem şaşırıyor bu duruma. Çünkü ben bu aralar, okula gidiyorum, yazıyorum, yüzüyorum ve araştırma yapıyorum. Evet, enteresandır ama bu dördünden ibaret hayatım.. En az bir sene de böyle gideceğim sanırım, şimdiden gözlerim görmemeye başladı okumaktan, lakin işim de bu değil mi zaten. Bu bir iç döküştür, herkes bilsin diyedir nerede olduğumu ne yaptığımı.. Boş zamanlarınızda bizim kütüphaneye gelin, size "K-O" harfleri arasında bulabileceğiniz pek çok şeyi vaat eden bir ansiklopedi ısmarlarım belki, hiç olmadı bi latince-türkçe sözlük.. Haa unutmadan, çok pis tavla oynuyorum artık, rakip tanımam, öyle böyle değil! not: çok da iddialı olmamak gerek aslında..

Değer Biçmek, Biçip Dövmek:.

Bugün şunu bir kez daha anladım; insan ederinden fazla değer biçmemeli hiçbir şeye. Olur da biçerse yanlıştan yanlışa, vurgundan vurguna sürükleniyor farkında olmadan. Zararı yine kendine dönüyor yani. Yarası kendi etinde gösteriyor yüzünü, sızısı kendi canında.

kay!(ıp)

Tam buldum derken kaybetmek gibi, elinden kaçışını, yere düşüşünü izlemek gibi bir adamın. O’ndan sonrası yok derken, gözün ani bir hareketle ondan sonrasını görmesi, ondan sonrasının olduğunu görmesi ve ondan sonrasının devamını görmek istemesi gibi… Öyle bir hissin hükmünde yola devam etme kaygısı, bilmem kaçıncı yazın öncesi, ayak parmakları denize değmeden evvel, acaba’lar gölü’nde antrenman turları… ...

Seni Düş'ünmek.

ateşi görmek bazen, ateşe değmek, ateş olmak sonra da. düş'lere düşmek ardından, düşlerle yoğrulmak, düş olmak. sonra zamanı köşelerinden tutup çekmek istemek henüz görülmeyene, henüz gidilmemiş olana varmak. "henüz" eksikliğinde seni bulmak, seni koklamak sonra. seni düşünmek, ateşi görmek yeniden, ateşe değmek, ateş olmak...

Gazeteport Yeni Yazarlar Aranıyor!

Gazeteport isimli internet sitesinin açmış olduğu "Yeni Yazarlar Aranıyor" isimli yarışmada ilk 500'e girdim geçtiğimiz günlerde. Bu da demek oluyor ki bu siteye yeni yazılarımı göndereceğim ve siz değerli dostlardan siteden yeni yazılarımı takip etmenizi ve yazılarımı oylamanızı rica edeceğim. Blogumda da böyle bir post'a imza atmanın "yersiz" sevincini yaşıyorum, ne yalan söyleyeyim.. :) http://www.gazeteport.com.tr/YAZARADAYLARI/NEWS1/GP_067968 adresinde ilk 500'e kalmamı sağlayan yazı var. Yeni yazılarıma, ismimi aratarak ulaşabilirsiniz. Yazılarıma ulaşamaıyorsanız şayet, bana ulaşmaya çalışın, e mi.. Sevgiler..

can/içi

Kıvrımlı yamaçlardan Aşağı süzülen su gibi gülüşün. Elinin tersinde yaban otları. Sesin bir serçe yüreği kadar Ürkek zaman zaman. Bir de benim yanımdaysan Uçuyor o kocaman adam gözlerin. Sıcak tenin, bilirim. Dokunmadan tattım alevini. En rüzgarsız doruklarda yaşadım seni. Seni bilmeden, bildiğimi sandım gecelerde. En umarsız anında toprağın Doğdun bir anda yeni açan güne. Sevim yağdı üstüne, soldun. Yanımdayken tanıdım seni. Uzakta yabancıydın bana Sevinçler kadar. Ama en korkulu rüyadan uyandırdın beni. Tuttun kolumdan çektin sana. Sonra bir bıraktın kenara, Soldum… 11.06.02/14:54

yetkililere sesleniyoruz, kucaklaşan heykel istemiyoruz!

Bizim bi heykel var duydunuz mu? Bi kadın bi erkek hani, olmayacak(!) şekilde duruyorlar kasabanın(!) ortasında. Halkın tepkisiyse yerinde gayet; “Taşlarız biz onu, yakarız başkanım” şeklinde belediye başkanının kapısına dayanıyorlar. Eh haklılar tabi, ahlâkı bozuluyor bizim kızlarımızın… Nerdesiniz be ağalar, adamlar, insanım diye iki ayağı üzerinde durup yürüyen arada bir eserse düşünen yaratıklar, nerede, hangi zamandasınız? Bahsettiğiniz kucak kucağa kadın ve adam heykelinin ne de güzel sarıldığını, eserin nasıl da estetik olduğunu kavramanız için size Avrupa’dan ithal göz zevki, estetik algısı mı zerk etmek lazım? Hiç olmadı, “görmezden geliriz” de mi diyemiyor diliniz, de habire “ ben o erkeğin çükünü keserim, nasıl da sarılmış karıya” diyor… Ne de güzel diyor ağzını öptüğümün amcası… Bir de ekliyor bunu diyen, “bizim kızlarımızın ahlakı bozuluyor…” Ulan hadi bozulacak illa diyelim bi ahlak, bi kızlarınızınki mi bozulmaya meyilli? Erkekleriniz ahlâk konusunda tepeden garantili mi

rnc sayıklamaları-2

Resim
Ah o fareler.. Festival alanında yemek yerken, yürürken, dans ederken hatta pek de güzel eşlik ettiler bana ve binlerce katılımcıya. Bir delikten çıkıp öbürüne dalan onlarca fare ile birlikte pogo yaptık, "put your hands up" dedik alternatif sahnede, burn çadırında.. O oynak fareler mümkün olduğunca görmezden gelindi ve eğlenceye devam dedi herkes.. Hayatımın en eğlenceli karaoke deneyimlerinden birini yaşadım canım arkadaşım Nina'mla, Algida'nın standında. "Seveceğim, gezeceğim, görürsün sana neler edeceğim" derken nasıl da şendik! Hakikaten "tek eksiğimiz sanırım buydu!" dediğimiz tefleri de tutuşturdular elimize ve kendimizi Arto, efendime söyleyeyim bir Rober Hatemo gibi hissettik.. Kahkahalar ve çılgın alkışlar arasında terk ettik sahneyi geceye karıştık yine.. Cuma gecesi, kampçılar akın akın geldiğinde festival alanına onları keyifli bir sürpriz bekliyordu. Raining Pleasure.. Bence Rock'n Coke 2007'nin en iyi performansı hangisi idi

ezginin gemisi

ezginin günlüğü'ne musallat oldum, okuyorum.. gemi'lerle gider oldum her yere..

SONra

düğümler arasında kalmakla çözülmeyi beklemek arasında bir zamandayım. elimin erişemediği bir yerde, sesimin dahi güç ulaştığı, ulaşırken çukurlara düştüğü, taşlara takıldığı bir yerde sen.. nefesimi ise duyamadın bile. bir yol öncesinde zamanın, yelkovanın baş aşağı olmasından evvel yani biraz, gidip gelirken sözcükler aramızda, ne aydınlıktı her şey.. yitti bir anda gün avuçlarımda, gece yetişti.. karanlığa boğuldum sessiz kabullenişlerinin ardında. halbuki bu kadar kolay olmamalıydı teslim olmak, ayak diretmek olmalıydı teninin altında bi yerlerde. yoktu. gece, nefes daralmalarını getirdi, yastığa koydu.. kim uyuyacak bu karanlık zamanda şimdi senden sonra..?..

yağ!mur..

"..dinle yağmuru dinle teselli bul türküsünden.." yağmurlu bir kadın.. ağlarken, karışıp yağmura, gözlerini kapar ve dua eder.. bir kadın bilir duasını, bir de duyuyorsa "o".. aydınlığından bellidir günün, dualar erişir o'na.. yakarışlar yankı olur, iner toprağa..

minik

makyaj çantalarından arakladığı rujların ardına gizledi bebek yüreğini... ve bildi gelecek günlerde herkesin bir çalıntı renk ardına gizleneceğini...

rnc sayıklamaları-1

Resim
Pentagram.. Rock'n Coke 2007'nin en akıllara kazınan performanslarından birini sergilemiş, hakikaten eşsiz olduğunu bir kez daha kanıtlamış efsane topluluk.. Yıllar sonra onları görünce, bu kadar heyecanlanacağımı tahmin etmemiştim konser öncesi. Ama festival başlangıcından beri pazar akşamını beklediğim aşikardı. Ki aşikar olmasa da mütemadiyen dile getirdiğimden, basın çadırının yarısı ve çılgın katılımcıların üçte biri benim Pentagram'ı beklediğimden haberdardı.. Anons yapıldı nihayet, o yağmurlu pazar'ın akşamında.. Pentagram çıkıyordu sahneye.. In esir like an eagle çalınmaya başladı kulaklarıma.. Sonra Take my time.. 1000 in the eastland.. Ölümlü.. Bir.. Her şarkıda biraz daha gittim eskilere, kendime, geçmişime, yaşanmamış, yaşanamamış zamanlara.. İtildim sorgulamalara, kaldım orada.. İçim Chris Cornell performansından sonra, bir daha aktı gitti sahneye sahneye.. Yüzümde aptal bir tebessümle izledim konseri.. ve nihayet bagetlerin havada uçuştuğu o ana değin sabi

ade(a)m

bir adamın adem elması.. kanca olur da bir kadının uykusuna, batar, kanatır uyutmaz..

ölü doğan şarkı

intihar ediyor yağmur damlaları… olay yeri, odamı camları. bir şarkı doğuruyor ölümleri şarkı kız, veriyorlar adımı. şarkının sözü çok anlatamaz. dili yok söyleyemez. şarkı kız adı ben. doluyor canıma bir ten. ve camda ölü canlar gecenin sonu görünmüyor. şarkının soluğu sık son solukları zaten. şarkı sendeliyor sokaklarda son adımında sen. şarkı kız, adı ben…

karamsar sesler

ses vurur kırılır ses, ses parçalarıyla sevişir düştüğü yerde.. kasvettir bıraktığı, umutsuzluk biraz, perde ardında bir çift insan gözü, gülüşü.. işte tam o esnada kulağa çalınan ne varsa, karamsar kelimeler soyundandır.. ne var, ne yok karamsardır..

gia sou*

Senin kıyında beslenen balıklar, gelir sofrasına benim insanımın, kadehler kalkar... Benim masalarımda söylenen türküleri alır rüzgar, seni ıslatan dalgalara katar... Aynı havayı, aynı kahveyi paylaşırız biz... Nasıl ayrı düşeriz, nasıl üstün oluruz birbirimizden? *yunanca: şerefe

Renkli Sanrı

aklımdasın bir yokluk ertesi kadar soğuk hava bir varlık sanrısı kadar alaycı renkler dans ediyor senin yokluğunda bile ellerine değmiş gibi kırmızı, mavi dudaklarını öpmüş gibi sarı uyumuş gibi koynunda.. kalem tutukluk yaparken bir yandan karalıyor beyaz kağıdı karalandıkça kağıt karaya vuruyor önce renkler sonra renklerin dansı aklımdasın bir çokluk tebessümü tüm bedenimde bir yokluk göbeği kadar ayaz içim-de..

Karışık

yaşlandıkça insanlar, gençlik meselesinin hayata bakışla, yaşam biçimiyle alakalı olduğunu söylüyorlar. halbuki şimdi yaşlı olup bunu söyleyenler, gençken pek de güzel yaşa bağlıyorlar gençlik olgusunu. bu ne perhiz, bu ne kırışık turşusu..

Midem Kalemi Akıttı, Şükrettim…

zor zamanlar yuttum dün gece art arda ağır geldi ve kaldıramadığından bu ağırlığı yüreğim bir avuç dolusu zor zamanlar daha yuttum derin bir uyku için uyuyamadım… zor zamanlar yuttum dün gece midemde bir ağrı. gözlerim her şeyi çift gördü önce sonra da hiçbir şey görmediğini… zor zamanlar yuttum dün gece şükredecek bir şey kalmamıştı. kalemi oynattı elim, şükrettim… zor zamanlar yuttum dün gece ruhum teslim oluyordu. bir tanıdık gözyaşı tuttu elimi ruhumu bedenime geri koydu. midem ağrıdı dün gece zamanların ağırlığından. yoruldu fikrim. gözlerim her şeyi çift gördü önce sonra da hiçbir şey görmediğini gözlerim aktı yanaklarımdan şükredecek bir şey kalmamıştı. kalemi oynattı elim şükrettim… Aslı AKER 24.11.2004

110m²

110 m² yalnızlık Sürgün manzaralı. Kolu kırık ağaçlarla çevrili tepede, Kara bulutlarla, yorgun zirveye yakın. İki katlı korkulara sahip pencerelerim. Panjurlarımdan güneş görünüyor. Geceleri üç odalı yağmurlar yağar. Bir odasında sensizlik, Bir odasında sessizlik, Son odasında ümit vardır. Ümit iyi gelir toprağa. Yeni kollar yürür ağaçlardan, Kim bilir ne zaman kırılmak üzere. Sıcağı barındırmaz. Camları kırıktır, kapıları firarda. Çığlıkların yankılandığı merdivenlerde Kovalamaca oynar dolap gıcırtıları. Yürekler unutulmuştur burada. Bırakılmış, terkedilmiş ya da her neyse. Onlarca hikaye saklar bu duvarlar. 110 m² yalnızlık, Sürgün manzaralı. Dallarında gözyaşı olan pınar ağaçları. Gökyüzüyle küsmüş çiçeklerle kaplı yer. Alabildiğine gri, alamadığına mavidir denizi, Kumları çuvaldızdan bozma. 110 m² yalnızlık. İki katlı öksüzlükler. Bir katında evcilik uyur, Diğer katında körebe salınır kör kör. Menteşeleri uyumaz rüzgarların. Zamanın her köşesinde yaralar adamı. Yağlanmak ister art

GidenGidene

İki yabancıdan daha yabancıyız artık birbirimize. Sözler mekik dokumuyor artık aramızda uykusuz gecelerde. Aynı filmi izleyemiyoruz bir koltukta. Perde kapandı. Aşk gitti. Kırıntıları var elimizde taze anıların. Tutkulu öpüşleri dilimizde sevdalı zamanların. Sen yoksun bu gece yarısı bu şehirde. Ben buradayım ama yokum aslında hiçbir yerde. Sende de değilim artık. Bir zamanlar tek limanım olan sende de değilim artık. Perde kapandı. Aşk gitti.

CiddiyiM

Hayatın ne denli ciddi olduğunu evet, unutabiliyor insan bazen; öteleyebiliyor, iteleyebiliyor ciddiyetini hayatın.. Ama o "tensel aşk" da, hatırlatmasa olmazmış gibi, insanın beynine beynine sürüyor arabalarını.. Bazen vıcık vıcık yaşanan aşk, nasıl da dersler vermeye kalkıyor insana.. birdostsohbetinden

Bir Otobüs Camından...

Ben ardımı dönüp giderken, sen ellerini kaldırıp gitme dedin yalnız, ama ben gittim. Gidecek bir yerim olduğundan değil, gidecek yerlerim var sandığımdan biraz, ama en çok kendi içime düşmüşlüğümden. Gittim. Seni bir otobüs camından izlerken, sen bir otobüs camının ardından bakarken bana son kez. Bir şehir nasıl kül olurmuş bir anda, o "an" ne kadar uzun sürermiş istediği zaman, gördüm giderken. Ne çok şey gördüm gideken bilsen. Senin varlığının nasıl karıştığını yokluğa, bundan sonra, olur ya çağırmak isterse sesim seni, bana yanıt vermeyecek sesini yuttuğunu. Ve seni aslında, hiçbir zaman kazıyamayacağımı içimden. Gördüm. Şehrin mor çiçekleri yanmıştı önce, şimdi tutuştu kırmızı laleler. Bir varmış, bir yokmuş, bir gülmüş, bir sönmüş, bir yanmış, hep yanmış demiştim yanarken mor çiçekler. Şimdi sözüm yok yangınına lalelerin. Ben gittim ardımı dönüp sen ellerini kaldırıp gitme dedin isteksiz, bir otobüs camından gördüm, kül oldu şehir...

Ve o, hiçbir şey demedi...

bir başlangıç ya da bir son cümlesi... "ve o hiçbir şey demedi, yürüdü elinde valizi, ardına bile bakmadı, gitti..." ya da "geçtim karşısına bağırdım, çağırdım, sövdüm hatta... devirmedi bile gözlerini, öylece baktı birkaç an mesafesi ve o hiçbir şey demedi..."

Bir Dost'un Şarkısı...

Kasım Doğan... Benim can dostlarımdan biri. Ve bu şarkı, onun şarkısı, kulak kabartın diye... http://www.youtube.com/profile?user=tryin2singout

gidişardı

Gitmişti.. Aksi düşünülemezdi. Severdi gitmeyi, o gidişinin ardından bir daha geldi tabi.. Ve yine gitti işte.. Konuşurdum onunla, saatlerce, anlamazdım nasıl akmış zaman.. Sabah olurdu, akşam olurdu, gece tanla buluşurdu, ben hiç anlamazdım ne olmuş ne bitmiş, guguk kuşu kaç kere ötmüş, bilmezdim.. Ama belki en iyisi buydu, beni burada kendimle bırakması ve gitmesi dilediği yere.. Acıyla beni yeniden karşı karşıya getirmesi.. Bir de hep aynı soru dönmese beynimde; gelecek mi geri, unutacak mıyım yine saatleri gözlerinde gezinirken..

nefessizdeniz

Tuzlu suyun altında, gözlerimi kırpıştırabiliyorum sadece ama seviyorum o suyun göz bebeklerime değmesini.. Küçücük balıkların ayaklarıma üşüşmesini ve kumun altında uyuduğunu düşündüğüm masal kahramanlarından birinin aniden uyanacağını hayal etmeyi.. Evet.. Ben denizin altındayken, inemeden derine hayal kurmaya başlıyorum sanırım ve sorun da tam olarak burada baş gösteriyor. Aniden o durgun, sakin gerçekliğe uyanınca, ürperiyorum ve kesiliyor nefesim..

Eksik-şimdilik..

Konuştuğumuz sözler yok seninle, ardında görüntülerin aktığı bir şehir meydanında söyleşmedik hiç. Dinlerken salındığımız, salınırken birbirimize çarptığımız müziklerimiz olmadı. Ben uzaktan izledim seni, izler gibi yaptım uzunca süre. Gözlerimi değdirdim omuz başlarına, dirseklerine, tüm köşelerini gezdim. Seni görmeden yaptıklarım, seni gördüğümde ne yapacağımı bilememelerimi hazırladı, ayaklarımı birbirine doladı, ve ellerimi, dilimi bir de… ...

Biraz Daha

teninin ardında beni tümleyen bir şey var. sen yokken eksilen o sanırım. sendelememe sebep olan, beni topallaştıran.. mevsim dönümlerinde gerçekleştirmeyi umduğum hayallerin hayal olarak hayatlarını devam ettirme kararını almalarıyla birlikte, o teninin ardındaki beni tümleyen şeyi de duyamamaya başladım. ne fenaydı dokunamamak, ne fenaydı özleyip de, özlemek yalnızca... bir şehre yağan yağmurun altından ıslanan ben, düşlerim cebimde. mevsim dönümlerine tanık olmak bir kez daha, teninden uzak. uzaklar içinde gidip gelirken, "bu hiç bitmez mi?"lere boğmak kendimi, boğulmak istemli. eksikliklerimi sıkıştırıyor ellerim, parmaklarımın arasından damlıyor olmayanlarım. arada kırılıyor düşlerim, dökülüyor yere. kalbim de sıkışıyor bir yandan. sıkışıklıklar arasında kalıyorum, boğuluyorum istemli. sen yine göz kararınca uzak bir yerde, kulak memesi kıvamında yastıklarda başın. teninin ardında beni tümleyen her şey uykuda. ne hoş başka bir şehrin göğünün altında seninle uyuma fikri, n

Akış

Yolculuk bir düşünme süreci. Ölçüp biçme, tartma, dökme yeri. Şayet bir otobüste, vapurda, uçakta ya da trendeyseniz. Hayatınız, tanık olduğunuz, işittiğiniz, okuduğunuz hayatlar akar gider gözlerinizin önünden ve bir iki sivri dikene takılır gözünüz. Güzel anılar da olabilir bunlar, kapanmayan yaralar da. Özlemleriniz de olabilir zihninize düşen, nefret ettikleriniz de. Her yolculuk, yeni bir keşfe gebedir. sadece bir çift gözün görmeye yetmeyeceği bir keşfe.. şanslıysanız ve bakmanın ötesini gördüyseniz pek çoklarına tabi..

Okan Bayülgen ve İnternet Sözlükleri

kimileri onun online sözlüklere, sizin, benim gibi adamların yazdığı sözlüklere yakınlığını sırf "bana net aleminde cephe alınmasın da şirin görüneyim ben bi'" fikrinden ötürü olduğunu ileri sürüyor. halbuki okan bayülgen sayıları binleri aşan klavye fatihlerinin cirit attığı bu oluşumların ne kadar kuvvetli, kudretli olduğunu ve pek çok bilgili insanı bir araya getiren sözlük yapılanmaları gibi özgün işlere duyduğu ilgiyi göz önüne sermek için konuşuyor sözlükler hakkında `kanımca`. tabi belki bir de, sözlük camiasına(!) yakın isimlerle birlikte çalıştığı için dilinde sözlükler bu kadar... sebebi ne olursa olsun, işe bu taraftan, sözlük yazarlığı konusunda hatrı sayılır bir geçmişe sahip biri olarak baktığımda alkışlanası bir iş yapıyor. bunu online sözlükleri övdüğü için söylemiyorum elbette. sözlükleri, ezbere kötüleyen adamlara karşın, "e adam bir okusaydın da öyle bangırdasaydın" diyebilmesinden dolayı söylüyorum. kendisi hakkında onlarca, yüzlerce belki kö

Şehrin Mor Çiçekleri ve Yangın

Efkar sardı karanlık geceyi. Gittiği yolları aydınlatmaz ki başucumda yanan mumun kifayetsiz ışığı. Yangınım ona. İçimdeki yangın ona. O şehirleri yok edecek, ağaçları evleri kül edecek yangınım sevdiğime... Çağlıyorum bu gece yine, kulağımda "gitme"li şarkılar... Gözyaşım düştü ateşe, içimi sızlattı mumun çığlığı. Hiç kendi halime bakmazdım ben, kendime yanmazdım. Gözümden düşürdüğüm yaşıma değil, mumun imdat çağrısına yandım. Yandım, yaktım şehri mumla birlikte. Bu gece bir kibrite baktı... Bir bakmış, bir yakmış; bir varmış, bir yanmış, bir közmüş, bir sönmüş... Yar gitmiş uzak şehre, yüreğimi yanında götürmüş. Teninin sıcağının ıslağıma karıştığı saatler sanki rüyaymış, düşmüş. Bir günmüş, bir dünmüş; bir gülmüş, bir küsmüş... Işıl ışıldı yeşil gözleri ayrılık saatinden önce; şehir ışıl ışıldı gözleriyle. Bindiği otobüsle birlikte karardı; önce o cadde, sonra bu kent. Gözümden akan yaşlar suladı bu şehrin parklarını o gece.Yakınlarda yangınımın yakacağı parkların

Sus

senin için şiirler okudum bu gece kendi kendime... sana yollamak istedim şu kadarcık mesafeden, rüyana bulaşsın diye... ama yapmadım... yapamadım... sana dair bir şiir bulmak istedim, bulamadım... ben yazmak istedim, yazamadım... sana yazayım dedim en sonunda, sadece sana... bir şiir olur belki diye... sonra sevdamın şiirliği geldi aklıma, bu kez de susamadım...

Tek Kişilik Şehir

Sebepsiz yalnızlıklar dolanır bu şehirde. Çok bildik ancak ıssız sokaklarında fırtınalar kopar yüreklerde, gök uyur. O yürekler gecenin bir yarısı korkusuz açılırken huzur rıhtımından dingin denizlere, yıkılır dağlar, şehir perişan… Nedir bizi bu kadar silen bu şehrin özünden, nedir bizi bize iten? Kayıp zamanları bulamama çekincesinden sıyrılıp hoyratça harcamak anı ve etaplarını mükemmel bir hızla geçmek yalnızlığın. En tepeye, en ‘yalnız’a varmak; neden? Görmek ama sessiz kalmak, duymak ama yaşamamış saymak, hissetmek ama dokunmamaya yemin etmek ne kadar doğrudur? Bir insan şu İstanbul’da, İstanbul’u ne kadar yaşayabilir duyumsuz? Cevabını aramayın, sorduğuma da bakmayın. Çok tanıdık yanıtı. Evet, İstanbul’da yaşayabilir insan bu şekilde. Bir bir geçerken yanındaki, sağındaki, solundaki insanları onları umursamadan, saat beşte güneşin soluksuz, yorgun tahta çıkışın görmeden, ‘beyinevi’nin duvarlarının dışındaki sesi duymadan yaşayabilir. ‘Ben’ini unutarak

İstanbul

Resim
Bir fotoğraf.. İstanbul'dan.. Grisiyle, sakladığı coşkusuyla.. İstanbul gibi, İstanbul kadar..

gidecekalacak

gitmek üzeredir gidecekolan. ama karşısında kalacakolan vardır, gözlerinin içine bakmaktadır. gidecekolan'ın gitmesi gerekir, zaten içinden gelmez yürümek, geri geri ayakları.. kalacakolan biraz buruk, dargın biraz, kalmanın getirdiği kalakalmışlık üzerinde. gidecekolan yürür bir iki adım. bilir o veda sahnesinden sonra yenilenmez ve iyileşmez hiçbir şey. ama gidecekolan sorar bir kez daha ardına bakıp sağ omzunun üzerinden görünen dudaklarıyla, "gelmiyor musun?"

Uçuşa Geçiş

Heyecan sebepli uykusuz bir gece ve bu gecede bolca yükseklerden yeryüzünün nasıl göründüğünün hayali… İlk uçuş… Saat 15.30 Atatürk Havalimanı…Bir saat sonra buradan kalkacak bir uçağın içinde bir adet de ben olacak. Endişeliyim az çok. Ama fark ettirmemeye çalışıyorum çünkü annem daha gergin benden. Aslında alt tarafı iki kanatlı, küçücük camları olan sevimli bir uçan cisme binip, bir saat içinde güzel bir yurdum köşesine varacağım. Ama alt tarafı bu dediğim gibi… Ufak titremeler ve sakarlıklarla içilen bir fincan kahve… Ama fincanın dibinin görünmesiyle birlikte kahvenin rahatlatacağı fikrinin suya düşmesi bir oldu. Ve tabi bu keyifli kafeinli kahvenin ardından uzunca bir veda sahnesi… Sarılmalar, öpüşmeler, tekrar sarılmalar, sağa sola sallanmalar…Derken cep telefonlarının kapatılması ve kontrol sırası. Sonrası karanlık ama sonunda ışık olan bir tünel. Ölüme gider gibi hissettirse de alt tarafı bir uçak varacağım

öz

Bırakıp gitmek neden zordur? Ben bilmiyorum yanıtını… Çaresizliğin doğurduğu bilmem kaçız sessizliklerin arasında yitip gitmek bir gece yarısı. Bir şeyler yanlış gidiyor diyor şarkı. Farkındalıklar çıkıyor bir yerlerden ansızın. Canımı yakıyor. Eğlence diyor şarkı… Şarkı ne dediğini bilmiyor… Bir tek bunu biliyorum bu gece yarısı! Dün gece sen, sen, sen ve bir de ben eylemler sıraladık art arda. İnsan olmanın gerektirdiği her şeyi yaptık. Sınırlarını zorladık kimi zaman insanlığın, hayvanlaştık. Sonra da oturduk insanlıktan sonrasının hayvanlık olup olmadığını tartıştık. Sıkılmazdık biz sohbet etmekten, sıkıldık. İnsan olmadığımıza karar verdik sonunda ama biz zaten bunu biliyorduk… Sıradanlığını tartıştık sonra sokaktaki yüzlerin. Ama bir kararsızlık vardı bu gece üzerimizde uykuyla karışık. Her sokakta aynı adamları gördüğümüzü söyledik birbirimize önce; sonra hepsinin ayrı öyküler taşıdığını. Uyuduk sonra. Sözcüklerin ve fikirlerin koynunda bazen üşüten baze

Anlık İç Çekişler 1

Öyle ki, içimdesin. Ben anlamadım nasıl oldu, ama sevdim seni. Sen de beni sevdin, yalan yok. Ve kavuştu ellerimiz, uzaktan uzağa. Sonra dolandı parmaklarımız birbirine, kayıtsız şartsız sarılmaları da beraberinde getirerek... Aktı zamanlar, hiç aksın istemedik oysa biz. Dursun, bizim dışımızda akan zaman, insanlar sussun istedik. Sadece biz duyalım birbirimizi, biz görelim. konuşalım, dokunalım, hatta incitelim birbirimizi. Ama sevelim, yine koşulsuz, "zaman"sız.. Uykudan evvel işitirdim sesini, gecenin karanlığını yırtan telefon ışıkları arasında. Sesini özlemle dinleyen kulaklarım terlerdi. Hüzünlerimi tamir etmeye çalışırken eklenirdi üzerine yenileri; neden yoksun, niye gelmiyorsun, gelemiyorsun ya da.. Şimdi en bilmediklerim, en daha evvel hissetmediklerimle yatıyorum uykulara. Yastığın altına koyuyorum telefonu, olur da ararsan hemen açayım diye, hemen duyayım yine, yeniden "sesini duymadan uyuyamam"larını... Ama yok... Artık uyuyorsun sesimi duymadan... Ya d

Dolular ve Boşlar Hakkında…

“Ne kadar dolusun…”, bir hıçkırık; “Ne kadar dolmuşsun sen…”, bir gözyaşı. Dişlerimin arasından içeri çekerken dışarı kaçmak üzere olan nefesimi, bir yandan da göz yaşlarımı sayıyordum, on yedi. İkişerden etmişti otuz dört damla. Sol gözüm, arada bir damla fazladan kaçırmıştı nasıl olduysa, ama benim gözümden kaçmamıştı. Aslında pek olanak dahilinde değildi gözümden kaçmaması, kaçması ya da… Neyse, sanırım sadece detaylar bunlar, nafile bir “giriş” çabası. Gözlerini gözlerime diktiğinde, şairin dediğince felaketim olmasına ramak kalmıştı. Bir âni düşünceler zinciri resmigeçitinde, zaten ağladığımı anımsamam pek geç kalmadı. O, gözlerini bana dikmişti. Gözleri birer düğme misali duruyordu üzerimde; yüzümde, omzumda, dizime düşen son damlada. Ha bir de, saçımdaki değişikliği, saçımın kızıldan koyu kestaneye dönüş mevsimini fark etmesi de, düğme kılıklı gözlerini saçlarıma dikmesine yetti, arttı. “Neden?” dedi, “Şimdi sebepsiz yere neden bu kendini hırpalama merasimi?”

Kaçış

Bir savaş değil bu, kaçışı ruhumun başka bir bedene. Gürültüsüne bakma. Bak ya da gürültüsüne, ne büyük! Çığlıkken sesim, duyulmaz oluyorum. Kendi kulaklarım işitmez oluyor beni. Sesim başka kulaklara kaçıyor, ruhum başka bir bedene. 31.01.2007
Resim
İstanbul, Türkiye '06

Deli mi Ne?

Arada bir, birkaç damla. Aç karnına ya da tok. Bilhassa gece yarısını azıcık geçtikten sonra… İyi gelir mi birkaç damla, arada bir? İyi gelir mi bazı geceler birkaç damla dökmek eskiler, pek eskiler, çok eskiler için? Peki ya dökülen damlalar kanıt olur mu eskilerin aslında yeniliklerinden pek de bir şey kaybetmediğine? Ne yorucu, ne karmaşık, ne sıkıcı hatta… Televizyonu kapattım. Çok uzak değil, ayak ucu tabirinin kıyılarında o kara kutu. Başucumda ise bir lâmba, beyaz, ayaklı. Fakat sabit. Bu durumda ayaklı olması pek manasız, pek kifayetsiz lâmbanın ayağı. Işık hem elime, kalemime, hem defterime, hem de bana vuruyor. Işık pek çok yere vuruyor, affetmiyor. Sertçe, hırpalıyor… Kapalı televizyonda kendimi izliyorum. Her kelimede, her noktada durup kendimi izliyorum. Sonra kendimi izlerken, gözüm sağ gözümden akan yaşa takılıyor, takılıyor, takılı… Öyle ki, kendimi izlerken kalem kayıyor elimden, satırları yalıyor, düşüyor sayfadan aşağı. Neyse ki hemen t

Dön bak dünyaya...

Bir gün uyanınca sisli şehre, dünden kalan su damlacıklarını görürsün pencerende, sadece. İçinde ise kanamalarının sebebi cam kırıkların, çoktan dile düşmüş can kırıklarınsa bi' daha canında saklı, dile düştükten sonra... Güneş salınmak istemeyince gökte, daha bir içine çekiliyor şehir. Şehir öyle ki, küstüm çiçeği edasında bir nergis, mavi sularda kendini izleyip yeniden, yeniden aşık olan kendine... Bir melodi içinde, kirli kaldırımlarda kirli ayaklarıyla gezinen kirli adamların yüzlerinden soyutlanmış, kendi ritminde, kendi sesinde, kendi soluğunda bir melodi. Kendi gibi, içi bir, dışı bir. Sana ne söylediği umrunda değil önce. Salınımların güneşten evvel, ışıl ışıl o melodi sayesinde. Şehir senin sokaklara düşmeni bekliyormuşcasına davetkar, kırmızı bir kahve fincanından daha davetkar o gün. Üzerinde seni zamanlar önce terk eden yatak giysilerin-kimilerince pijamaların-, ayağında teki yatağının kim bilir hangi köşesinde kaybolan sarı çorabın, sağ ayağın üşüyor. Ama m

Bir Saldırı Planım Var

...dışımda konuşan o 'karaktersiz'e... Tüm gün evimde oturuyorum, bir bilgisayar karşısında bazen, bazen koltukta. Hayattan elini eteğini kısırlaştırıldıktan sonra daha bi' çeken o sarı kedi gibi, damağımda ekşiyle acı arasında dolanan bir tatla oturuyorum, tüm gün... Evin önünden bir sokak geçtiği, sokakta insanların yürüdüğü ve o yürüyen insanların bir hayatları olduğu aklımdan çıkıveriyor bazen. Kendi küçük dünyamın küçük sıkıntılarını büyütüyorum pencere kıyısında. Ama asla pencereden dışarı bakmıyorum. Evet, bir saldırı planım var. Büyütüp büyütüp insanların önüne koyduğum o hastalıklı meselelerimi kendimi anlatmak, derdimi söylemek yahut yazmak için yazmak, konuşmak için konuşmak adına yapmıyorum ben hiçbir şeyi. Kusursuz bir ilgi arsızıyım ben, bunca zamandır bu tende hüküm süren, ilgi yoksunluğunun iktidarını yıkmaya çalışan nafile bir muhalefetim. Hâlâ bir saldırı planım var. Televizyonun kıyısında duran, tozlara mekan olan o cam kasede biriktirdiğim

Bata Çıka

Kalemin aktığı her sayfanın bir sonu var. Ve benim kalemi oynatacak gücümün de… Mümkün olduğunca direniyorum ben; elimden geldiğince soluğunu uzatmaya çalışıyorum sayfaların. Yoruyorum belki, kırıyorum bazen cümleleri. Dilime dolandıkça sözcükler, kangren oluyor parmaklarım. Nefesimin en umarsız batış çıkışı göğsümde; en cam kırıklısı, en kanatanı… Umudum, İstanbul semalarındaki martının yiyecek bulma umudu kadar diri; umudum dualarımın ahengiyle geliyor dile. Ve benim dehlizlerimde gizlenen rutubetin sebebi, uzaklarda bir yerlerde, ayaz bir şehirde, rüzgârla sevişip dudaklarını çatlatan "sen"sin...

Çok

Çok söz yok söyleyecek. Ya susmak lâzım seninle, ya da dokunmak. Eylemsizliğimin içindeki en şiddetli kasırgasın sen, en gürültülü kahkaha. Çok söz yok söyleyecek, susacak çok söz var yalnız. Dokunacak çok söz var. Ve çoksun sen bana. İyi ki çoksun sen…

Az

Konuşmak gibisi yok, senin anlatmaların gibisi. Benim karşında susmalarım gibisi yok. Bakmak gibisi yok uyanıp denizin ötesine, göğün altındaki diğer nefeslerin ayak bastığı yere. Yaşamak gibisi yok sensiz, senli her ânı –mış gibi... Dinginliğinin içinde gizli kahkahaların var, yüksek sesli müziklerin, yok’ların var; şiddetli ağlamaların, hıçkırıkların var. Kırıkların var sakinliğinin içinde göğüs kafesinin her inişinde daha da inen derinlere. Benimse seyirlerim bolca; seni, seslerini, renklerini, kokusunu çayının, gözünün dumanını, elinin her kıvrımını seyirlerim var, “biraz daha”sı insan ömrü kadar olan.

Back'leyiş

Bir bekleme salonunun en sabırsız yeri. Ve sesler birbirini kovalamakta. Sesleri emen beyaz duvarlarda mavi yeşil sulardan kopya resimler. Sonra mekân tasvirlerinin lezzetsizliği, belki de beceriksizliği dilimin… “Buralarda bir yerlerde eski günlerini unutan var mı?” “Yok mu?” Günler peşini bırakır mı insanın? İnsan, geçmeye meyleden günlerin yapışır mı paçasına? Düne koşan günlerin etekleri tutuşur mu? Kesilir mi ardı arkası soruların… Bir bekleme salonunun en sabırsız yeri. Gün akşamla kucaklaşmış çoktan. Sıkıntılı zamanların, azıcık ferah yanı damaktaki kahve tadı. İçim karmakarışık. İçim taş, toprak içim, dışım hatta. Sonra insan tasvirlerinin lezzetsizliği, belki de beceriksizliği elimin...

Yerden Yüksek

Söz bitti belki, yüzüm silindi, kırıldı aynam. Ama yeni başlıyor onun hikâyesi. Gözleri heyecan dolu, bilmediğinden ürkerken, merakla yaklaşıyor aynı zamanda ona, her neyse. Eline alıyor, içine bakıyor, kokluyor bazen; bazen tadına bakıyor dilinin ucuyla. Ama hep heyecanlı, hep anlatıyor. Ellerini kullanıyor bazen, bazen göz kapaklarını, kirpiklerini. Bazense, sadece üzerine basa basa diline getirdiği “r”lerini kullanıyor beni kendisine kilitlemek için. Hep konuşuyor, hep yetişmeye çalışıyor bir yerlere. Bir ev arzuluyor sıklıkla, evde olma hissi ona güven veriyor belli ki. Ve diğerleri gibi sıkılmıyor ona güven veren bir şeyi başkalarına söylemekten. Korkmuyor deşifre olmaktan, çekinmiyor bilinmekten. Oyunlar oynuyor kendince, yerlerde, yerden yükseklerde. Kahkahaları, güven kokan evin duvarlarına çarpıp çarpıp geri geliyor, büyüyerek daha da. Susuyor sonra, anlaşılabilecek her manada susuyor. Önce bir bardak, ardından elma suyu değiyor dudaklarına. Sudan daha çok sevdiğini söylü

Yalnızlığın Çan Sesleri...

Resim
“Karanlık, soğuk, alabildiğine geniş ama şimdi ıssız”dı zaman. Zaman siyah etekli, zarif bir kadındı. Bir beyaz ışık inerdi bazen yer yüzüne; zaman aydınlanırdı. Korkusuzdu, acımasızdı zaman; giderdi. Farklı kimliklerde, farklı bedenlerde işlerdi hayatı; çeker giderdi. Giderdi o ışığın indiği yere. Sonbahar… Yollar ıslak… Soğuk kış günlerinden selam getiren rüzgâr kapıda. Bir kadın… Bugüne dek yaşanmış tüm sonbaharların yorgunluğunu, kırgınlığını taşıyan; gözleri deniz, elleri çöl bir kadın… Camlarda yaşlı gözleri var. Gözleri hep camlarda. Camları sever kadın. Yıllardır arayıp da bulamadığı mutluluğu arıyor hâlâ. Camlarda gözleri. Özlemiş belli; gidenleri, kalanları, yok olanları, hiç olmayanları özlemiş. Sesi yok kadının; adı yok. Bir çığlık o ömründe arda kalan. Bazen çıkar odasından. Kadın kokan o karanlık odadan. İner merdivenlerden, çıkar kapıdan. Fazla uzağa gitmez; gidemez kadın. Bakar son bir kez kapıdan. Çarpar kapıyı, ağlar. Yaşanmışlıkların ayak sesleri gelir

Siz Beni Yanlış Anladınız...

Resim
Siz beni yanlış anladınız, ben sizi. Daha ilk günden “Her şey karşılıklı.” demiştiniz, işte oluyordu her şey karşılıklı. Yanlış anlaşıyorduk bir güzel. O kadar bardağın dolu yanını görmeye şartlanmıştık ki, “anlaşamıyoruz” diyemiyorduk bir türlü, varmıyordu dilimiz. Bunun yerine, sesi daha ılık olanı seçiyor, “yanlış anlaşıyoruz” diyorduk; bir de sahte gülücük iliştirip sonuna… Zamanlar geçti, sahte gülücüklerimizden dolayı yargılanmaya başladık biz kendi mahkemelerimizde. Dem karar demiydi, vakit gelmişti. Ya müebbede mahkum olacaktık sahte gülüşlerimizden sebep ya da beraat edecektik. Suni kahkahalarla ve gözyaşlarıyla kutlayacaktık kararı. Ve nedense, nedense değil aslında, sanırım korkudan, kararı açıklamayı reddetti kendi mahkemelerimizin daimi yargıçları. Mahkemenin ardından biz yine girdik kol kola. Gülücüklerimiz, ne ilginçtir ki(!), yine sahteydi. Ve yine yanlış anlaşıyorduk biz. Yanlış manlış anlaşıyorduk biz, kör topal gidiyorduk. Yanlışlar içinde yüzüyorduk. Siz

Adı Yok Dergisi...

Resim
Adı Yok bir gençlik edebiyat dergisi... 11 yıldır yayın hayatına devam eden, üniversite ve lise öğrencilerinden oluşan kadrosu ile amatör yazarlarla sayfalarını paylaşan bir dergi... Eğer şu anda bu satırları okuyan gözler de yazıyor, ya da etrafında eli kalem tutan bedenler görüyorsa inceleyin derim Adı Yok'u.. Adı Yok yeni yazılar, yeni yazarlar bekliyor... adiyok@adiyok.com asliaker@adiyok.com

Hasan'ın Rüyası

Resim
Hasan, rüyalar görüp gördüğü her rüyayı unutan bir adam. Hasan, rüyalarında gülümseyip uyandı mı güne küsen bir adam. İki çocuğu var; biri kız, biri erkek. Erkek evlat askerde, adı Murat. Kızıysa bebeğiyle bir beden Nuran, üç ay var daha bebeğinin çığlığına. Nuran kocasız, kocalı da kocasızlardan. Bir meyhane dönüşü, dönüşlerin en kadersizi olmuş Nuran’ın kocası için. Nuran’ın kocası ölmüş, bir dört tekerli çarpınca. Öyle hemen de değil, bir kaldırımda kalmış, nefes alıp verirmiş önce. Sonra insaflı bir taksici almış arabasına ama Nuranı’ın kocası alamamış bir nefes daha. Varamadan hastaneye ölmüş. Ölmüş de umutları da beraberinde götürmüş otuzunda, cebinde yüklüce bir para. Nuran’sa yirmi yedisinde bir kadın, bebeğiyle bir beden, üç ay sonra ana. Hasan evli; yani barakalı demek daha uygun aslında. Hasan evli ama, yalan da değil hani, karısı başka bir evde bir hastanın baş ucunda. Para kazanmak tek gayesi. Hastası son demlerinde ama umut kesilmez ya Allah’tan, Hasan’ın karısı dua