Dön bak dünyaya...

Bir gün uyanınca sisli şehre, dünden kalan su damlacıklarını görürsün pencerende, sadece. İçinde ise kanamalarının sebebi cam kırıkların, çoktan dile düşmüş can kırıklarınsa bi' daha canında saklı, dile düştükten sonra...

Güneş salınmak istemeyince gökte, daha bir içine çekiliyor şehir.

Şehir öyle ki, küstüm çiçeği edasında bir nergis, mavi sularda kendini izleyip yeniden, yeniden aşık olan kendine...

Bir melodi içinde, kirli kaldırımlarda kirli ayaklarıyla gezinen kirli adamların yüzlerinden soyutlanmış, kendi ritminde, kendi sesinde, kendi soluğunda bir melodi. Kendi gibi, içi bir, dışı bir.

Sana ne söylediği umrunda değil önce. Salınımların güneşten evvel, ışıl ışıl o melodi sayesinde.

Şehir senin sokaklara düşmeni bekliyormuşcasına davetkar, kırmızı bir kahve fincanından daha davetkar o gün. Üzerinde seni zamanlar önce terk eden yatak giysilerin-kimilerince pijamaların-, ayağında teki yatağının kim bilir hangi köşesinde kaybolan sarı çorabın, sağ ayağın üşüyor. Ama melodi hala içinde, gün hala davetkar, güneş olmasa da.

Sis yırtarken yavaş yavaş göğü, aydınlık süzülürken ağır ağır, kulaklarında belirmeye başlıyor sözler o nemli ses eşliğinde, "yalnız kaldıysan"...

"Yalnız" dediler mi sesin olduğu yere dönüp "Beni mi aramıştınız?" diyen sen bu kez umursamaz.
"Güneş açmış mı..." Gözlerin güneşi aramaya yeltenirken, takılıyor kirpiklerin sis bulutuna, ardından da saate, sabah altı. "Ne yapıyorum ben"ler arasında vurmak isterken başını yine yüzyıllardır yalnız uyuduğun o yastığa melodi alıp başını gitmeye debeleniyor, "dön bak dünyaya"...

"Dostun kalmış mı?" "Olacak iş değil" diyorsun, sabah 6, hiç değil sorgulamanın vakti. Ama melodi o kadar leziz ki, koyamıyorsun karşı, olamıyorsun engel...

Çorabının diğer tekini de bulup giyiyorsun sağ ayağına, ısınan sen sıcaklığı unuttuğunu anımsarken bedenin titriyor bir daha. Hiç girmiyorsun "..aşkın solmuş mu?.."ya... Dört mevsimin tutsaklıkları geçiyor kulağından bir bir; esareti, ümidi, tüm renkleri.

"Asla vazgeçme..." sırası mı şimdi, diğerleri gibi olmanın, yok yere umut aşılamanın? Ama yok, yok yere değil hiçbir şey. Gün yok yere değil, nergise yüz tutan şehir yok yere değil, sen yok yere değilsin.

Melodiyle coşuyor tenin, ruhunla raksta. Öyle bir büyüyor ki şarkı içinde, nefesin oluyor adeta.
Bir gün uyanıyorsun sisli şehre, dağılıyor sisler. Dünden kalan su damlacıkları pencerende, bir de küstüm çiçekleri, güne nazlanırken kıkırdayan. iç kanamalarınsa yine içinde elbette, ama yenilerine daha bir misafirperver olacağın şüphesiz. güneş sapsarı gökte ve çorapların fora, sıcak içinde, en az iç kanamaların kadar.

O melodi ise bir yerde hep fısıldıyor sana, "dön bak dünyaya"...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hasan'ın Rüyası

Aç!