Kayıtlar

Haziran, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

gidecekalacak

gitmek üzeredir gidecekolan. ama karşısında kalacakolan vardır, gözlerinin içine bakmaktadır. gidecekolan'ın gitmesi gerekir, zaten içinden gelmez yürümek, geri geri ayakları.. kalacakolan biraz buruk, dargın biraz, kalmanın getirdiği kalakalmışlık üzerinde. gidecekolan yürür bir iki adım. bilir o veda sahnesinden sonra yenilenmez ve iyileşmez hiçbir şey. ama gidecekolan sorar bir kez daha ardına bakıp sağ omzunun üzerinden görünen dudaklarıyla, "gelmiyor musun?"

Uçuşa Geçiş

Heyecan sebepli uykusuz bir gece ve bu gecede bolca yükseklerden yeryüzünün nasıl göründüğünün hayali… İlk uçuş… Saat 15.30 Atatürk Havalimanı…Bir saat sonra buradan kalkacak bir uçağın içinde bir adet de ben olacak. Endişeliyim az çok. Ama fark ettirmemeye çalışıyorum çünkü annem daha gergin benden. Aslında alt tarafı iki kanatlı, küçücük camları olan sevimli bir uçan cisme binip, bir saat içinde güzel bir yurdum köşesine varacağım. Ama alt tarafı bu dediğim gibi… Ufak titremeler ve sakarlıklarla içilen bir fincan kahve… Ama fincanın dibinin görünmesiyle birlikte kahvenin rahatlatacağı fikrinin suya düşmesi bir oldu. Ve tabi bu keyifli kafeinli kahvenin ardından uzunca bir veda sahnesi… Sarılmalar, öpüşmeler, tekrar sarılmalar, sağa sola sallanmalar…Derken cep telefonlarının kapatılması ve kontrol sırası. Sonrası karanlık ama sonunda ışık olan bir tünel. Ölüme gider gibi hissettirse de alt tarafı bir uçak varacağım

öz

Bırakıp gitmek neden zordur? Ben bilmiyorum yanıtını… Çaresizliğin doğurduğu bilmem kaçız sessizliklerin arasında yitip gitmek bir gece yarısı. Bir şeyler yanlış gidiyor diyor şarkı. Farkındalıklar çıkıyor bir yerlerden ansızın. Canımı yakıyor. Eğlence diyor şarkı… Şarkı ne dediğini bilmiyor… Bir tek bunu biliyorum bu gece yarısı! Dün gece sen, sen, sen ve bir de ben eylemler sıraladık art arda. İnsan olmanın gerektirdiği her şeyi yaptık. Sınırlarını zorladık kimi zaman insanlığın, hayvanlaştık. Sonra da oturduk insanlıktan sonrasının hayvanlık olup olmadığını tartıştık. Sıkılmazdık biz sohbet etmekten, sıkıldık. İnsan olmadığımıza karar verdik sonunda ama biz zaten bunu biliyorduk… Sıradanlığını tartıştık sonra sokaktaki yüzlerin. Ama bir kararsızlık vardı bu gece üzerimizde uykuyla karışık. Her sokakta aynı adamları gördüğümüzü söyledik birbirimize önce; sonra hepsinin ayrı öyküler taşıdığını. Uyuduk sonra. Sözcüklerin ve fikirlerin koynunda bazen üşüten baze

Anlık İç Çekişler 1

Öyle ki, içimdesin. Ben anlamadım nasıl oldu, ama sevdim seni. Sen de beni sevdin, yalan yok. Ve kavuştu ellerimiz, uzaktan uzağa. Sonra dolandı parmaklarımız birbirine, kayıtsız şartsız sarılmaları da beraberinde getirerek... Aktı zamanlar, hiç aksın istemedik oysa biz. Dursun, bizim dışımızda akan zaman, insanlar sussun istedik. Sadece biz duyalım birbirimizi, biz görelim. konuşalım, dokunalım, hatta incitelim birbirimizi. Ama sevelim, yine koşulsuz, "zaman"sız.. Uykudan evvel işitirdim sesini, gecenin karanlığını yırtan telefon ışıkları arasında. Sesini özlemle dinleyen kulaklarım terlerdi. Hüzünlerimi tamir etmeye çalışırken eklenirdi üzerine yenileri; neden yoksun, niye gelmiyorsun, gelemiyorsun ya da.. Şimdi en bilmediklerim, en daha evvel hissetmediklerimle yatıyorum uykulara. Yastığın altına koyuyorum telefonu, olur da ararsan hemen açayım diye, hemen duyayım yine, yeniden "sesini duymadan uyuyamam"larını... Ama yok... Artık uyuyorsun sesimi duymadan... Ya d

Dolular ve Boşlar Hakkında…

“Ne kadar dolusun…”, bir hıçkırık; “Ne kadar dolmuşsun sen…”, bir gözyaşı. Dişlerimin arasından içeri çekerken dışarı kaçmak üzere olan nefesimi, bir yandan da göz yaşlarımı sayıyordum, on yedi. İkişerden etmişti otuz dört damla. Sol gözüm, arada bir damla fazladan kaçırmıştı nasıl olduysa, ama benim gözümden kaçmamıştı. Aslında pek olanak dahilinde değildi gözümden kaçmaması, kaçması ya da… Neyse, sanırım sadece detaylar bunlar, nafile bir “giriş” çabası. Gözlerini gözlerime diktiğinde, şairin dediğince felaketim olmasına ramak kalmıştı. Bir âni düşünceler zinciri resmigeçitinde, zaten ağladığımı anımsamam pek geç kalmadı. O, gözlerini bana dikmişti. Gözleri birer düğme misali duruyordu üzerimde; yüzümde, omzumda, dizime düşen son damlada. Ha bir de, saçımdaki değişikliği, saçımın kızıldan koyu kestaneye dönüş mevsimini fark etmesi de, düğme kılıklı gözlerini saçlarıma dikmesine yetti, arttı. “Neden?” dedi, “Şimdi sebepsiz yere neden bu kendini hırpalama merasimi?”

Kaçış

Bir savaş değil bu, kaçışı ruhumun başka bir bedene. Gürültüsüne bakma. Bak ya da gürültüsüne, ne büyük! Çığlıkken sesim, duyulmaz oluyorum. Kendi kulaklarım işitmez oluyor beni. Sesim başka kulaklara kaçıyor, ruhum başka bir bedene. 31.01.2007
Resim
İstanbul, Türkiye '06