temiz

kapımın önünde ayakta duran adam.. beraberinde getirdiği bir koca ömür, bir şişe kırmızı şarap ve yorgun bakışlarıyla cesur tak tak'lar savuruyor kulağıma.. mümkün mü çakılı kalmak, fırlıyorum koltuğumdan.. biliyorum gelen o.. elim kapının tokmağında, yerler tak tak'larla dolu, açıyorum kapıyı.. elindeki şişeyi bana doğru uzattığında, çocukluk düşleri kaçışıyor içeri..

ayakkabılarını çıkarmamasını söylüyorum.. çünkü yerler pis.. "hangimiz temiziz ki" diyor.. önce anlamlandırıp konduramasam da bir yerlere, katılıyorum sonra, biraz da istemsiz, "hangimiz temiziz ki"..

en köpüklüsünden bir kahvenin renginden çalma çırpma koltuğuma oturuyor. gözleri geziniyor duvarlarda, aklı bende, elimdeki bir şişe dolusu şarapta, söyleyecekleri ve dinleyeceklerinde belki.. oysa sözüm yok benim ona.. onun da bana olmadığı gibi aslında..

biraz ortalık ve dağınıklığımdan konuştuktan sonra, sıra hayatın en lüzumsuz sorunlarına değiyor; hastalıklara, parasızlıklarına, ölüme.. zaferler ve kaybedişlere sonunda.. beni nasıl olup da elinden kaçırdığından bahsediyor şakayla karışık, bunu söylüyor tam olarak..

sen tam bana göreydin oysa, nasıl oldu da olmadı seninle diyor.. gülüşüm dudaklarımın arasında sıkışıp kalıyor.. gülüşlerim içimden gelmediği için, dışarı da çıkmak istemiyor belli ki.. çünkü benzer soruların işaretleri, çengel çengel sarkıyor gözlerimden, kulaklarımdan.. ben nasıl oldu da kaybettim seni.. nasıl oldu da görmedim, bilmedim benden'liğini, ben'liğini..

anlattıkça kendinden geçen halini, hayallerini, anılarını dinleyip gördükçe biliyorum ki bendensin..
ve ben kendimi dinleyip hatıralarımı, düşlerimi söyledikçe geçmişte bir yerlerde buluyorum seni..
hiç olmamış olduğun halde, hiç dün'lerimden çıkmamış gibi..
sanki bundan 4 gün önce bir kafede otururken karşıma çıkmamışsın gibi..

boynumda lacivert atkımla üşürken ben, kapalı mekanlar hissizliğime çare olmaz, ısıtmazken beni "kitabı beğendiniz mi?" sorusunun tenime değen ateşini bir ben bildim o an.. bir de elimdeki kitap.. avuçiçlerimi terleten sorunun netti yanıtı biraz da dil tutulmasından, "evet"..

sana deyip diyebileceğim en manalı "evet" buydu oysa.. diğerlerinin yolu "yapım aşaması"nı çoktan geçmişti, çukurlarla dolu ve dahi kapalıydı..

kitap, kitapları, yazar, yazarları getirdi ve kalabalıklaştı aniden masam.. sonra atkım yol aldı boynumdan, kayıverdi terleyen avuçlarımın arasından.. nihayet kısa bir cisim belleme faslı,

- ismin nedir?
+nazlı
- ben de sinan..
+çok sevindim tanıştığımıza
- ben de nazlı..

ilk gibiydi.. tanışmak ilk kez olanın adıydı ya, hani, bir kez olur biterdi.
ama ben belki ilk soruda daha, bir bakışta ve onu takip eden her kapanışında gözünün, açılışında hatta bildim seni kendimden.. içimden bir yerlerden bildim seni.. hem eskilerinden zamanın, hem de en kuytu köşelerimden..

az önce kapıda duran, şimdi kahverengi koltuğumda oturan adam..
bir kadeh şarap içecek az sonra en kırmızısından..
o içecek, dudaklarım boyanacak benim de..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hasan'ın Rüyası

Aç!