giderken

Ağzımı açmadan, gözlerimi. Tatmadan gidiyorum seni. Bir gecenin en gürültülü yerindeyim şimdi. Senin gitmelerin kurcalıyor fikrimi; valizlerin, kazakların içinde… “Ya üşütürse oralarda ya titrerse ilikleri?” Daha ağzımı açmadan, tatmadan düşünüyorum seni.

Neden deme. Sorma. Çünkü yoruldum sorulardan. Çünkü bu sormalar öldürdü en çok beni. İçimi paramparça edip bıraktı orta yerime. Çünkü bu sorgular öğüttü beni. Öğretti, emretti biraz daha erken ölmemi. O yüzden, sorma. Sorma ki daha da geri çekilmesin soluksuzluğun saati. Ben anlatırım.

Kayıp zamanlarım var, geçen ve geri getiremeyeceğim. İşin acı yanlarından biri de biliyor olmam bu zamanların nasıl kaybolduğunu, nasıl eriyip gittiğini avuçlarımın arasından. İşte bu geceler, birkaç gecedir ben, aslında hayli gecedir bu kayıpların nöbetindeyim. Dönecekler diye değil, hatta dedim ya, dönmeyeceklerini bile bile. Bekliyorum ama öylece. Saat gecenin 4ünü vursun diye. Belki ben de o 4le birlikte vurulurum diye; vurulur da düşerim biraz daha yakın yerlerine.

Nedir derdin benimle deme. Sus. Dinle biraz. Çünkü ben gerçekten yoruldum sorulardan.

Yapmadığım şeyler yaptırıyorsun bana. Bakmadığım gibi baktırıyorsun daha önce gittiğim gördüğüm, gördüğüm ama gitmediğim yerlere. Duymadığım, ezberlemeden şakıdığım şarkılar söyletiyorsun bana. Şarkılar… Şarkılar en çok… “Sadece sen varsın aklımda, başka hiçbir şey yok” ya da “Birbirimize iyi geliriz diye umuyordum” diye beni söyleten…

Daha önce hiç olmamış gibi oluyorum bakarken, duyarken, söylerken yakınından yörenden geçmiş görüntüleri, sesleri; daha önce hiç yaşamamış gibi. Çok yükseklerden, yerden çok yükseklerden seyrediyormuşum gibi hissediyorum yeri. Küçücük insanları. Gerçekten küçücük, zavallı insanları. Zamanın iki kolu arasında sıkışmış acınası hallerini. Seni. Tüm insanların arasında aydınlığınla sıyrılan seni izliyorum sonra. Öyle bakıyorum sana, öyle. Daha önce hiç bakmamışım gibi.

Ah ne olur. Sorma. Biliyorum dudaklarından dökülecekleri. Dökülseler de toplasam diye ölüyorum oysa. Ama sus. Biraz daha.

İçimden akıp giden tüm güzelliklerin üzerine fesat gölgeler düşüyor şimdi. Geç kaldım diye inleyen gölgeler, “neredeydin bir saat önce” diyen, hesap soran, zamanın kolları arasına atıyorlar beni.
Günlerdir bir iz bekliyordum. Gelse de duysam. Söylese de okusam. Anlatsa da uyusam karşısında dediğim karşılaşmalar bekliyordum, sonucu tabelaya nasıl yansırsa yansısın, dert etmeyeceğim. Gelmedi hiçbiri. Ne söyledin, ne anlattın.

Ben bir iz’e daldım. Gökte asılı insanları izleyen, küçücük zavallı, kaçışan insanları. Aralarında ben de vardım, gözlerine değmeyi bekleyen.

Ben bir iz’e yandım. Gözlerinin içine baka baka eridim bir yerlerde. Otobüste o izi gördüm, raylar üzerinde hareket eden mavi kutularda, köşe başında sokağımın, yastığımın yarısında.

Bir iz’e geç kaldım.

Şimdi konuş sen gittiğin yerden. Sor hatta sabahlara kadar, ne istersen! Yeter ki bir an dahi olsa geçeyim önünden gözlerinin. Şarkılar düşsün diline, “İhtiyacım olan şey sende” ya da “nefesini duyuyorum ama uzaktasın” diyen.

Korkuyorum bu gece sensiz ölmekten.
Daha tatmadan, tenine değmeden…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hasan'ın Rüyası

Aç!